28 Temmuz 2020 Salı

Anılar- 2020 temmuz.

Yanıma ilk defa ne bir kalem ne de okuma kitabı almışım. Yoldayım. Kırşehir’den Ankara’ya giden, Şanal otobüs şirketi. Saat 13.00 arabası. En önde oturuyorum. İki muavin bir şoför bir ben, yolu izliyoruz. Eskiden yollarda midem bulanırdı diyorum içimden, muavin duymuş gibi tuzlu kraker veriyor elime. Onun çabasına ek ben de limonlu soğuk çay istiyorum yanına. Aynılarından kendine de koyuyor. Araba tuttuğu halde muavin olmamıştır değil mi? Mecburiyetler ülkesinin küçük, fakir bir şehri burası. Olmuştur belki. Kimse konuşmuyor ama bir suskunluk da yok ortada. Herkesin dudakları biraz sonra bir şeyler söyleyecek gibi. Benimki daha ziyade cevap verecek gibi. Cevap veriyorum biraz sonra. Aşti'de ineceğim. Evet. Teşekkürler. Yok hayır bagajım yok. 2 günlüğüne gidiyorum, biraz macera yaşayacağım, bir yazar bir şair iki kişiyle buluşacağım. İkisi de dergi işlerinden. Bir tanesini biraz zaman oluyor tanıyalı öbürüyle henüz tanışmadım. Pinhani sevdiğini biliyorum. Bir de portakal çiçeği diye bir şiiri varmış.Bir kısmını içimden söylüyorum. Tuhaf görünmek kaygıları içindeyim. Başarılı olup tuhaf görünmüyorum. Herkes gibiyim. Sıradanlığın rahatlığına doğru yaslanıyorum. Şoför arada aynadan bana bakıyor. Sonra bacaklarıma bakıyor. Sonra tekrar bana bakıyor. Umursamıyorum, bacaklarım güzel bile değil. Adam yaşlı. Benim şehrimde herkes birbirini tanır. Babamı tanıdığını düşünüyorum. Muhtemeldir ki seviyordur babamı. Pek sevmeyeni yok. Babam içten içten sevmiyordur. Belki bakışlarını başka bir kadın üzerinde görüp rahatsız olmuş bir daha da görüşmemiştir. Belki de beraber bakmışlardır bir başkasına, bilmiyorum. Herkese karşı tanıdıklığımı kaybetmişim. Muavinle senkronize olmuş kraker yiyorum. Olur da biri bir şey isterse bir sonraki kraker geçmek için onu bekliyorum. O da acele ediyor bekletmemek için. Benim için öyle en azından. Aksini iddia edebileceği söz hakkını ona tanımayacağım. Sıcaktan bunalıyorum. Özgürleşmeye çıkmıştım bu yola diyip özgürlüğüme giden yolu soğuk kahveyle birleştiriyorum. Mola verelim diyorum şoföre. Molasız ama bu sefer diyor. Kahve diyorum. Herkes çok bunaldı zaten de üç kişiyiz otobüste. Mutsuzuz. Hava sıcak. Herkese sorayım diyorum. İnatçıyım. 
Saat 17.00 olacak ben Kızılay meydanda olacağım. Aslında sigara içmem ama bir sigara alacağım indiğimde. Olmayan şeylerin olduğu garip günler istiyorum hayatımda. Kızılay meydanı hayal ediyorum. Büyük taş yığınları, mülteci kampında aşık olduğu kızı bulacağına inanan çaycı, hangisinden çıkacağımı kestiremediğim metro kapıları. Yakın zamanda terk edildim. Kısa bir ilişkinin kısa terk edilişi. Yeni tanıştığın birine anlatılmaması gereken tarzdan. Özgürleşecektim diyorum. Yapılmaması gerek diye bir şey olmayacak. Yolda kırmızı duraklar var. Şimdiye kadar birilerinin orada beklediğini hiç görmedim. Oldukları yer mi yanlış benim zamanlamam mı bilmiyorum. Ankara’da yaşa diyor yeni tanıştığım birileri. Yaşarım belki belli mi olur?

12 Haziran 2020 Cuma

DÖNÜŞ (1)


Uyudum uyandım uyudum uyandım takriben tanımadığım dillerde şarkılar dinledim. Aralarda kendi dilime de denk geldim tabi.Tanıdık dillere.
**
Nasıl anlatsam sana? Bu öyle serin konulardan değil.Anlatıldığında sıkıntısını öbürüne de yükleyen üstelik anlatandan da zerre eksiltmeyen konulardan. Ağzına aldıkça büyüyen, sünen, nefes boruna dek tıkayan, çürümüş koca bir sakızı ağzında gezdiriyorsun gibi bir konu.
Ne var ki, sen de daha şuncacık bir çocukken boğazına yemi kaçmış bir kuşun boğazından o yemi çekip almış, nefese kavuşturmuş bir çocuksun.Sana bunları anlatırken, boğulduğum yerde boğazıma tıkanmış cümlelerimi bir çırpıda alıp beni kurtaracağına olan inancımla anlatıyorum.
**
Uyumak ne huzurlu eylem öyle. Kafamda varlığı belirsiz her şeye kavuşuyorum bu yolda. Ana dilini nasıl unutur bir insan? Ekmek, su, hayat. Anne,baba,kardeş... Dedemin annesinin anlattığı masal. Sıkı sıkı sarılıyorum o masala. Bir kız hedik pişirirken içine fare giriyor yanlışlıkla. Annesi komşuda. Hayır hayır annesi dağlık bir yerde. Annesi kızı dövüyor. Tekrarlıyorum içimden. Ekmek,su,hayat. Anne,baba,kardeş...
**
İnsan, farklı olmaya özendiği zamanlar, hayatlarında köklü değişimler, herkesten fazlalar yaratır kendine. Gelip geçicidir tabi böyle zamanlar. Başlar,büyür sonra sönüp gider ruhundaki devinimde. Köklü değişimler ki eğer dinginlikte gelirse sönüp gitmesini beklemek de pek akıl işi olmaz tabi. Ateşsiz bir yangına su dökmek gibi. O, ateşin içine düşmemiştir ki suyunu verdiğinde dinsin. Yangını kendi içinde bir değişimdir bu. Gerçek benliğini sana getiren bir değişim.Kapıdan kovsan bacadan giren, tüm uzuvlarında baş gösteren, geceleri yatırmayan...
Beni umarım anlamıyorsundur.Umarım, bu anlattıklarım, derininde çok iyi bildiğin duyguların tasviri olmaz. Senden tek istediğim, eğer hatrında kalan varsa beni okurken en sevdiğim şarkılardan birini açıver.
 Bu çaba, bedenine değememiş birinin ruhuna değiverme çabasıdır.
**
Otobüsün virajıyla sarsılıyorum aniden. Bu, yol gitmek değil de zamanda yolculuk yapmak sanki. Gittiğim tüm yolculukları derleyip toplamış bir sefere sığdırmışım. Ben yolda ilerledikçe saat  de yavaşlıyor ve dün, ancak gittiğim yol ederince uzak...
 Midem bulanırdı çocukken. 15-20 dakikalık bir köy yolunun sonunu bir elimde poşet bir elim mutlaka camdan rüzgara değer halde annemin ağzıma sıktığı limonlarla zor getirirdim. Sıkılırdım da hayli. Sıkılmak, gittiğim yollar içindi gerçi. Eve dönüş yollarında hep uyuyakalır gözlerimi ya babamın kucağında ya da yatağımda açardım.
Ağzımda limon tadı,iyice şişmiş ayaklarımı hafifçe çıkaracak gibi oluyorum terliklerimden. Çıkaramadan vazgeçiyorum. Hayatın olağanca hırpalamasına rağmen birilerini rahatsız etme tedirginliğimi kaybetmemişim.Gülümsüyorum.Bu benim en güzel kaybetmeyişim.

**
Sen benim o halimi hiç bilmiyorsun tabi ama çocukluğum boyunca kısacıktı saçlarım.Birkaç  çocukluğunu unutmamış anne dışında tüm annelerin zulmüydü bu yalnızca benim annemin değil.
O yüzden pek de kızmazdım ona. Daha küçükken başlamıştı bu anlayışlı hallerim. E bizim saçımız da çok annelerimiz nasıl uğraşsın, elleri kolları ağrır yeminlen diye sınıfın şanssız kızlarının sakinlik damarından sızardım sessizce.
Ne zaman ki saçlarım uzamaya başladı işte o dönem  şimdiye dek tüm anlayışımı buna harcamışımcasına hırçınlaşmaya başladım. Saçlarımının bu haliyle, içimden yeni bir kadın yaratmak geliyor, bedenimde tek bir şeyi dahi beğenmiyordum.
Evde önce tüm aynaları kaldırtmış sonra yaratacağım kadını hayalleme özlemiyle dolup fazla fazla yenilerini aldırtmıştım. Annem ve babam korkuyla izledi bu süreci.
Birkaç işbilire göre bu ergenlik diye bir şeydi. Bana göreyse ben yanlış yerde doğmuş bir yaratıcıydım.
İçimde söndüremediğim bir ateş yakılmış, gözlerim sıradan bir bakışı unutmuştu. Her yer kusur dolu, her şey yeniden yaratılmaya muhtaç. Kapı kolları, çekmece kulpları,  özlemle beni çağırıyordu.
Evimizin karşısında bir çocuk parkı vardı o dönem. Sabahın erken saatlerinden akşam güneş batana kadar çocukların, gece yarısından sonra benim parkımdı. Bir küçük kovaya biraz su alır toprağın içindeki cam kırıklarını umursamadan sabaha kadar güzel kadınlar yaratırdım kendime. Güzel saçlar, güzel dudaklar... Güzel evler de yapardım. Aynalıklar. Komidinler. Deniz yapardım. Deniz ne kelime! Okyanus yaratırdım kendime her gece.
Böyle sürüp gitti 3 yıl. Bir elim toprakta bir elim annemin ısrarlarıyla aldığım haplarda...
Üniversiteye geçeceğim sene, ne hikmetse kimseden bulamadığım aklı annemin son çare götürdüğü bir üfürükçü sundu bize.
“Ee okulu var hacım, (Hacıydı annem.Düğün masrafı edip milleti eğleyeceğime rabbimin gönlünü yaparım diyip imam nikahını yaptığı gibi Mekke'ye götürmüş dedem. 18' inde almış hacı ünvanını isminin önüne.)
Gönderin okuluna. Yapsın çizsin istediğince.”
Şimdi bakınca gülüyorum o kadına. Kaderim ve hatta kaderimiz, açık görüşlü bir üfürükçünün eseridir.

31 Mayıs 2020 Pazar

DÜZEN


Henüz doğmamış bir şey var.
Yeni bir kural,
Henüz koyulmamış.
Yerleşmemiş önümüze getirecek adamın beynine.
Bir kurula sorulmamış.
Yatırılmamış bir masaya enli konlu.
Reddedilmemiş açık görüşlü bir kadın elinin tersinden
Ve korkup kaçmamış henüz destekçileri.
Uykusundan olmamış kimse.
Yanlışın kıyısından da dönmemiş.

Günü gelince,
Bir yanlışlık olduğunu belirtmiş yaratıcı.
Bilmiyoruz fikrini kim değiştirmiş.
Sevdiği biri olsa gerek diyoruz,
Fakat sevdiklerini de tanımıyoruz.

Hepimizi bir elekten geçirmiş,
Yeniden dağıtılıyoruz.
Sen bambaşka bir ülkede açıyorsun gözlerini,
Bense aynı kanepede sızmışım
Yalnızca bir model daha eskimiş bilgisayarım.

5 Mayıs 2020 Salı

Bilinç akışı

Saat sabah. Saat sabah. Saat sabah. Saat sabah. Elbette gerçek bir bilinç akışı olmayacak bu. İçimden bir şeyi düşünürken bin kez tekrar ettiğimi sizin bilmemeniz gerek.Vakit artık kimin uydurduğuyla ilgilenmediğim şekilde yirmi dörde bölünmüş değil. Hayatımda ilk kez yazıyla yirmi dört yazdım sanırım. rakamla çok yazmışlığım vardır ama. İşlem çok yaparım. Bazen sabahlara kadar işlem yaparım. İş gereği. Bu iş gereği lafı bilinç akışımda yoktu onu oraya iteledim açıklama yapma bağımlısı olduğum için. Ellerime bak nasıl takır takır yazıyor. Benim daktilom vardı. Nerde daktilom? Eski sevgilim, daktilomu ver.

Yirmi dört demiyor muyduk? Daha neler üç kez oldu. Artık sabah var erken var öğle var öğle üstü ne bileyim gece var çok gece var. Doğa, beni kabul edecek misin, gökyüzüne bakıp günün hangi vaktinde olduğumu anlama becerisini bahşedecek misin bana?
Abinin gönderdiği sucuğu buzluğa mı koysaydım ya...

Karşıdaki ahşap binada oturan genç çocuk. Aylardır neden o iç perdeleri bir kere bile çekmedin, rengin güneş görmediğin için bu kadar solgun. Bu eski iki katlı evde senden başka kimseyi niye görmüyorum, geçen gün karşı binadan biriyle camdan gülerek ne konuştun, sen kimsin?
21 numara, siz nereye gittiniz, yaşlıydınız belki de ölmüşsünüzdür. Yanınızdaki binayı yıkacaklar.

Spotify açsaydım keşke niye youtube açtım kim olduklarını bilmiyorum birileri düşünme kaybolursun diye bir ahaaa teyzeeee. Teyze sen sokağı niye temizliyorsun bu halinle, sen kimsin, kar kış soğuk demedin şimdi de hastalık demeyip çıkıyorsun. Karnın neden bu kadar şişkin bu yaşta hamile olacak halin yok. Eskiden çok mu hamile oldun? Benim büyükannem de öyleydi. Büyükanne demiyorum ona. Atte diyorum. Beynimin bir yeri kürtçe-türkçe sözlük gibi çalışıyor.
Büyükannem geçenlerde öldü. Çok yaşlı olduğu için yeterince üzülemedim. Çok yaşlılar neden çok yaşlanıp ölüyorsunuz ağlamama ve hayatımı durdurmama hak tanımıyorlar böyle olunca. Atte, sen öldükten bir saat sonra ben arkadaşlara çalışmaya gittim ama içimden hep hikayelerini okudum.
Şarkı güzelmiş. Sen diyor, yine de çok düşünme, kaybolursun.

Kahvaltı hazırlama yeteneğim var. Meze hazırlama yeteneğim de var. Sıcak yemek hazırlama yeteneğim pek yok. Yeteneklerim, akşam içmeye sofra kurmak ve en fazla sabaha kaldılarsa güzel bir kahvaltı hazırlamak.
Mantarlı omlet yapıyorum anne, inanamazsın.

Sabahları 37 yaşında uyanıyorsam ki çok seviyorum 37 yaş muhabbetini. Cümle dostum bilir ki Tuuba Zengin, 37 yaşında ahşap evinde çıkan yangınla arkasında 2 şiir kitabı bırakarak
Bugün sütlaç mı yapsam? şekersiz sütlaç var mıdır ki? Sütlaç sevmem ki gerçi. Neyse sabahları 37 yaşında uyanıyorsam, hemen güzel bir kahvaltı hazırlıyorum son kahvaltım olması ihtimaline karşın. Kyk yurdundaki kızlar benimle sabah kalkıp adalara gelmediğinizde çok ağladım diye şaşırmıştınız ya, bir daha gidemeyeceğim sanmıştım.

İyi ki dün getirdin Fatih bilgisayarın şarj aletini ne yapardım bugün tüm gün hiçbir şey de çalışamazdım.

Uyanalı 3 saat olmuş, bugün Hasan Ali okuyacağım.
Mor oje sürdüm, yeterince vaktim olduğu için bozulmadı bozulsaydı da kimse görmeyeceği için hiç sorun olmazdı.
Bir kulaklık almam lazım.Yalnızca gıda alışverişi yapıyorum param bitmesin ortada kalmayayım diye. Baba, üzülme biliyorum senin var olduğunu.

Aynı şiiri başka zaman da okumuştum ben sana. Anlamadım demiştin.Can Dündar'ın sayfasında görünce nasıl çok beğendin? Onaylanmamış şiirlerimi okumaya değer mi bulmuyorsun. Ben de seni sevmiyorum zaten.
Zaten zaten zaten zaten zaten zaten zaten. Za ten ten ten ten ten ten ten ten ten ten.Zat.
Kişi olan zat ile bağlantısı mı var bunun.Kelimeler beni çok bunaltıyorsunuz.

Ayaklarım üşüyor, çorap giyeyim.

2 Mayıs 2020 Cumartesi

Devrin masalı

Moda rengin kırık beyaz olmasıyla
Bitmişti kırmızı başlıklı kızın işi.
Sahi,kim kırmıştı beyazın kalbini?
Ve kısa saç modası vurdu
Rapunzelin güzelim kulesini.
Fatih'in İstanbul sevdasına,
Havana yenilmişti.
Pinokyo,
İnsan olduğunun ayı dolmadan
İçkiye vermişti kendini.
Böyle hayal etmemişti belli ki.
Sonra da kalpten gitti.
Genetik dedilerdi,
Halbuki, meşe soyundan gelmişti!
7 cüceler de
Son maden kazasının şehitleri.
Suç kimindi ceza kimin derken
Soğudu gitti minik bedenleri.
Bu devirde,
Beyaz atlı prens nerdedir bilinmez ama

Atı sucuk olmaktadır mezbahanede.

10 Nisan 2020 Cuma

Köksüz

Kayısı yedi bir gün bir leğen dolusu
Dolu leğen, anne doldurmasıyla dolu.
Avuç avuç çekirdek yığıldı kucağına.
İki dünya ayırdı bir yeni dünya için,
Daha zor, daha çetin.
Kırdı yeni dünyasını da daha tazesi için.
Kuru ağaç gölgesi
İçi oyuklu.
Hasta olmuş diyor annesi
Ölmüş ağaç, hastalık değil bu.

Kayısı yiyor bir leğen dolusu 
Kayısı bu ağacın değil, biliyor
Ölmez yedi yemiş veren. 
E öyleyse bu ağaç kim? 

Karnı sancıyor gündüzden 
Tadına vardıkça daha çok sancıyor
Kayısıdandır diyor annesi.

Bir ağaç büyüyor evinin orta yerinde,
İçi oyuklu ağaç.
Evinden kopartıyor köklerini.
Bir kamyonet duruyor aşağı sokakta
Gölgen yeter baba diyor. 
Üçüncü sahibi kamyonetin,
Yazı değişmiyor. 
Ordan yürürken gözünü kaçırıyor istemsiz 
Yürürken bacaklarıyla. 
Yürürken babasının bacaklarıyla
Aitsizlik, öldürüyor bacaklarının tüm sıfatlarını.

Büyüdüm, kayısıyı da sevmem eskisi kadar.
Hiç görmedim diyor annesi.
Nasıl görmez
Karnı sancıyor çok daha fazla
Daha çok sancıyor karnı, içi oyulana dek

Kayısıdandır diyor annesi.

7 Nisan 2020 Salı

Anı Kurutması

Temaşadayım, sokaktayım.
Bir kaldırım taşı sürükleniyor önümden.Kaldırıp cebime atıyorum
Kafasını kıracağım bununla babamın bu akşam yemeğinde.
Annem öyle donakalacak, her zamanki donmalarından.
Öyle çeyizlik tabakları elinde
Mercimek yaptımın mercisi dudaklarında bakakalacak özgürlüğüne.
Ne demek annecim, sana da mersi diyip kalkacağım sofradan.
Tekrar sokaktayım. Kendimde olduğumdan daha çok sokaktayım. Bu kaldırım taşını ait olduğu yere yerleştirip tüm her şeyi yoluna koyma niyetindeyim.
O üç gramlık kan nasıl da bozmuş bu sokak boyu yapbozu.
Deniyorum, gece oluyor. Üzerime hırkamı alıp dönüp tekrar deniyorum. Kuruyor üç kuruşluk kan. Öylece kuruyor ölüm. Komşular dolmalık biberleri kurutuyor balkonlarında, biz ölüme beş kalaları. İğneyi annem almış eline, ipi ben gerdiriyorum.
Bir gün, annemin mutlu uyandığı nadir sabahlardan. Şarkı söylemeye başlıyor. İlk kez duyuyorum sesini. Ne güzel. Ne serin. Yemyeşil bir göle girmişim sanki, öyle dingin...
Hatırlıyor musun? Diyor ninem, oğlum kafanı kırmıştı hastaneye yatırmıştık seni.
Hatırlamıyorum ben. Annem bile hatırlamıyor.
Sesi çatallaşıyor annemin. Suyu bulanıyor. O müzik dersinde gördüğüm noktalı siyah çubukların annemin boğazına takılışını görüyorum. Bugünmüş gibi kan damlıyor alnının kenarından.
Ninem sofrada tadı güzel ne varsa yiyip bitiriyor.
Asıyoruz ipe bu anıyı.
Ne bereketli meyve incir değil mi? İncir istiyor birgün annemin canı. 5-6 yaşlarındayım.
İncirler de çıkmış alsan mı biraz diyor yarım ağız.
İyi günündeymiş. Bir kilo almış gelmiş.
Bir kilo incir. Bir iki muz.
Özenle yıkadı,soydu, dilimledi, özenle koydu tabağa.
“Üç de çatal al bakalım üst çekmeceden.”
Bir incirin yarısını atmışken ağzına, leke diyor babam. Çatalda bir leke. Bir leke...
Çatalları anımsamaya çalışıyorum. Annemin saçları babamın avuçlarında.
Çekmeceden çıkarırkenki halini düşünüyorum.
Kusturuyor annemi. Daha yutmamıştı ki!
Koridoru anımsıyorum. Ellerimdeki terden mi oldu o leke?
Ne bereketli meyve incir! Şimdi, ağaçlar dolusu incir getiriyorum balkonda çürüyeceğini bile bile.

“Sıkı tut, ipi gerdir.”

İlkokul bir, tüm çizgilerim çapraz, hecelerim acemi. Nerdeyse tüm sınıf sökmüş okumayı. Benim tek sökebildiğim annemin ilmeği atmış lifleri. Tanesi 10 liradan. Kızı evlilik çağındaki teyzelerin ağzına layık.
Okumayacak bu diyip yaka paça fırlatıyor kapıya beni. Betona gelmiyorum yumuşacık kar. Umrumda değil dışarı atılmak deli gibi karla oynuyorum.
Karla oynuyorum saatler geçiyor.
Mecalim kalmamış dudaklarım mor.
Güneş batıyor üstüm başım ıslak.
Giderek yaklaşıyorum kapıya.
Annem yakınlaştıkça, uzaklaştırıyor bir çift ayak.
“Rica etmeliyiz!” Demiş öğretmen okulda.
Hissetmiyorum parmaklarımı.
Son gücümle, kapıyı, diyorum.
Rica ederim baba, kapıyı...
öğretmenler hep haklı değilmiş. Hastanede eksilmiş parmak uçlarımdan öpen annemin hıçkırıklarıyla uyanıyorum.
As bakalım bunu da ipe.
İpimiz ağır, ipimiz meşakkatli...
Ne koyalım da durdursun bunu? Yer bulamamıştım zaten kaldırım taşına.Bir işe yarasın bari diyoruz.
Getirip, duvara çivisini çakıyorum dünyanın.