12 Haziran 2020 Cuma

DÖNÜŞ (1)


Uyudum uyandım uyudum uyandım takriben tanımadığım dillerde şarkılar dinledim. Aralarda kendi dilime de denk geldim tabi.Tanıdık dillere.
**
Nasıl anlatsam sana? Bu öyle serin konulardan değil.Anlatıldığında sıkıntısını öbürüne de yükleyen üstelik anlatandan da zerre eksiltmeyen konulardan. Ağzına aldıkça büyüyen, sünen, nefes boruna dek tıkayan, çürümüş koca bir sakızı ağzında gezdiriyorsun gibi bir konu.
Ne var ki, sen de daha şuncacık bir çocukken boğazına yemi kaçmış bir kuşun boğazından o yemi çekip almış, nefese kavuşturmuş bir çocuksun.Sana bunları anlatırken, boğulduğum yerde boğazıma tıkanmış cümlelerimi bir çırpıda alıp beni kurtaracağına olan inancımla anlatıyorum.
**
Uyumak ne huzurlu eylem öyle. Kafamda varlığı belirsiz her şeye kavuşuyorum bu yolda. Ana dilini nasıl unutur bir insan? Ekmek, su, hayat. Anne,baba,kardeş... Dedemin annesinin anlattığı masal. Sıkı sıkı sarılıyorum o masala. Bir kız hedik pişirirken içine fare giriyor yanlışlıkla. Annesi komşuda. Hayır hayır annesi dağlık bir yerde. Annesi kızı dövüyor. Tekrarlıyorum içimden. Ekmek,su,hayat. Anne,baba,kardeş...
**
İnsan, farklı olmaya özendiği zamanlar, hayatlarında köklü değişimler, herkesten fazlalar yaratır kendine. Gelip geçicidir tabi böyle zamanlar. Başlar,büyür sonra sönüp gider ruhundaki devinimde. Köklü değişimler ki eğer dinginlikte gelirse sönüp gitmesini beklemek de pek akıl işi olmaz tabi. Ateşsiz bir yangına su dökmek gibi. O, ateşin içine düşmemiştir ki suyunu verdiğinde dinsin. Yangını kendi içinde bir değişimdir bu. Gerçek benliğini sana getiren bir değişim.Kapıdan kovsan bacadan giren, tüm uzuvlarında baş gösteren, geceleri yatırmayan...
Beni umarım anlamıyorsundur.Umarım, bu anlattıklarım, derininde çok iyi bildiğin duyguların tasviri olmaz. Senden tek istediğim, eğer hatrında kalan varsa beni okurken en sevdiğim şarkılardan birini açıver.
 Bu çaba, bedenine değememiş birinin ruhuna değiverme çabasıdır.
**
Otobüsün virajıyla sarsılıyorum aniden. Bu, yol gitmek değil de zamanda yolculuk yapmak sanki. Gittiğim tüm yolculukları derleyip toplamış bir sefere sığdırmışım. Ben yolda ilerledikçe saat  de yavaşlıyor ve dün, ancak gittiğim yol ederince uzak...
 Midem bulanırdı çocukken. 15-20 dakikalık bir köy yolunun sonunu bir elimde poşet bir elim mutlaka camdan rüzgara değer halde annemin ağzıma sıktığı limonlarla zor getirirdim. Sıkılırdım da hayli. Sıkılmak, gittiğim yollar içindi gerçi. Eve dönüş yollarında hep uyuyakalır gözlerimi ya babamın kucağında ya da yatağımda açardım.
Ağzımda limon tadı,iyice şişmiş ayaklarımı hafifçe çıkaracak gibi oluyorum terliklerimden. Çıkaramadan vazgeçiyorum. Hayatın olağanca hırpalamasına rağmen birilerini rahatsız etme tedirginliğimi kaybetmemişim.Gülümsüyorum.Bu benim en güzel kaybetmeyişim.

**
Sen benim o halimi hiç bilmiyorsun tabi ama çocukluğum boyunca kısacıktı saçlarım.Birkaç  çocukluğunu unutmamış anne dışında tüm annelerin zulmüydü bu yalnızca benim annemin değil.
O yüzden pek de kızmazdım ona. Daha küçükken başlamıştı bu anlayışlı hallerim. E bizim saçımız da çok annelerimiz nasıl uğraşsın, elleri kolları ağrır yeminlen diye sınıfın şanssız kızlarının sakinlik damarından sızardım sessizce.
Ne zaman ki saçlarım uzamaya başladı işte o dönem  şimdiye dek tüm anlayışımı buna harcamışımcasına hırçınlaşmaya başladım. Saçlarımının bu haliyle, içimden yeni bir kadın yaratmak geliyor, bedenimde tek bir şeyi dahi beğenmiyordum.
Evde önce tüm aynaları kaldırtmış sonra yaratacağım kadını hayalleme özlemiyle dolup fazla fazla yenilerini aldırtmıştım. Annem ve babam korkuyla izledi bu süreci.
Birkaç işbilire göre bu ergenlik diye bir şeydi. Bana göreyse ben yanlış yerde doğmuş bir yaratıcıydım.
İçimde söndüremediğim bir ateş yakılmış, gözlerim sıradan bir bakışı unutmuştu. Her yer kusur dolu, her şey yeniden yaratılmaya muhtaç. Kapı kolları, çekmece kulpları,  özlemle beni çağırıyordu.
Evimizin karşısında bir çocuk parkı vardı o dönem. Sabahın erken saatlerinden akşam güneş batana kadar çocukların, gece yarısından sonra benim parkımdı. Bir küçük kovaya biraz su alır toprağın içindeki cam kırıklarını umursamadan sabaha kadar güzel kadınlar yaratırdım kendime. Güzel saçlar, güzel dudaklar... Güzel evler de yapardım. Aynalıklar. Komidinler. Deniz yapardım. Deniz ne kelime! Okyanus yaratırdım kendime her gece.
Böyle sürüp gitti 3 yıl. Bir elim toprakta bir elim annemin ısrarlarıyla aldığım haplarda...
Üniversiteye geçeceğim sene, ne hikmetse kimseden bulamadığım aklı annemin son çare götürdüğü bir üfürükçü sundu bize.
“Ee okulu var hacım, (Hacıydı annem.Düğün masrafı edip milleti eğleyeceğime rabbimin gönlünü yaparım diyip imam nikahını yaptığı gibi Mekke'ye götürmüş dedem. 18' inde almış hacı ünvanını isminin önüne.)
Gönderin okuluna. Yapsın çizsin istediğince.”
Şimdi bakınca gülüyorum o kadına. Kaderim ve hatta kaderimiz, açık görüşlü bir üfürükçünün eseridir.