Uyudum uyandım uyudum uyandım takriben tanımadığım dillerde
şarkılar dinledim. Aralarda kendi dilime de denk geldim tabi.Tanıdık dillere.
**
Nasıl anlatsam sana? Bu öyle serin konulardan
değil.Anlatıldığında sıkıntısını öbürüne de yükleyen üstelik anlatandan da
zerre eksiltmeyen konulardan. Ağzına aldıkça büyüyen, sünen, nefes boruna dek
tıkayan, çürümüş koca bir sakızı ağzında gezdiriyorsun gibi bir konu.
Ne var ki, sen de daha şuncacık bir çocukken boğazına yemi
kaçmış bir kuşun boğazından o yemi çekip almış, nefese kavuşturmuş bir
çocuksun.Sana bunları anlatırken, boğulduğum yerde boğazıma tıkanmış
cümlelerimi bir çırpıda alıp beni kurtaracağına olan inancımla anlatıyorum.
**
Uyumak ne huzurlu eylem öyle. Kafamda varlığı belirsiz her
şeye kavuşuyorum bu yolda. Ana dilini nasıl unutur bir insan? Ekmek, su, hayat.
Anne,baba,kardeş... Dedemin annesinin anlattığı masal. Sıkı sıkı sarılıyorum o
masala. Bir kız hedik pişirirken içine fare giriyor yanlışlıkla. Annesi
komşuda. Hayır hayır annesi dağlık bir yerde. Annesi kızı dövüyor.
Tekrarlıyorum içimden. Ekmek,su,hayat. Anne,baba,kardeş...
**
İnsan, farklı olmaya özendiği zamanlar, hayatlarında köklü
değişimler, herkesten fazlalar yaratır kendine. Gelip geçicidir tabi böyle
zamanlar. Başlar,büyür sonra sönüp gider ruhundaki devinimde. Köklü değişimler
ki eğer dinginlikte gelirse sönüp gitmesini beklemek de pek akıl işi olmaz
tabi. Ateşsiz bir yangına su dökmek gibi. O, ateşin içine düşmemiştir ki suyunu
verdiğinde dinsin. Yangını kendi içinde bir değişimdir bu. Gerçek benliğini
sana getiren bir değişim.Kapıdan kovsan bacadan giren, tüm uzuvlarında baş
gösteren, geceleri yatırmayan...
Beni umarım anlamıyorsundur.Umarım, bu anlattıklarım,
derininde çok iyi bildiğin duyguların tasviri olmaz. Senden tek istediğim, eğer
hatrında kalan varsa beni okurken en sevdiğim şarkılardan birini açıver.
Bu çaba, bedenine
değememiş birinin ruhuna değiverme çabasıdır.
**
Otobüsün virajıyla sarsılıyorum aniden. Bu, yol gitmek değil
de zamanda yolculuk yapmak sanki. Gittiğim tüm yolculukları derleyip toplamış
bir sefere sığdırmışım. Ben yolda ilerledikçe saat de yavaşlıyor ve dün, ancak gittiğim yol
ederince uzak...
Midem bulanırdı
çocukken. 15-20 dakikalık bir köy yolunun sonunu bir elimde poşet bir elim
mutlaka camdan rüzgara değer halde annemin ağzıma sıktığı limonlarla zor
getirirdim. Sıkılırdım da hayli. Sıkılmak, gittiğim yollar içindi gerçi. Eve
dönüş yollarında hep uyuyakalır gözlerimi ya babamın kucağında ya da yatağımda
açardım.
Ağzımda limon tadı,iyice şişmiş ayaklarımı hafifçe çıkaracak
gibi oluyorum terliklerimden. Çıkaramadan vazgeçiyorum. Hayatın olağanca
hırpalamasına rağmen birilerini rahatsız etme tedirginliğimi
kaybetmemişim.Gülümsüyorum.Bu benim en güzel kaybetmeyişim.
**
Sen benim o halimi hiç bilmiyorsun tabi ama çocukluğum
boyunca kısacıktı saçlarım.Birkaç
çocukluğunu unutmamış anne dışında tüm annelerin zulmüydü bu yalnızca benim
annemin değil.
O yüzden pek de kızmazdım ona. Daha küçükken başlamıştı bu
anlayışlı hallerim. E bizim saçımız da çok annelerimiz nasıl uğraşsın, elleri kolları ağrır yeminlen diye sınıfın şanssız kızlarının sakinlik damarından
sızardım sessizce.
Ne zaman ki saçlarım uzamaya başladı işte o dönem şimdiye dek tüm anlayışımı buna
harcamışımcasına hırçınlaşmaya başladım. Saçlarımının bu haliyle, içimden yeni
bir kadın yaratmak geliyor, bedenimde tek bir şeyi dahi beğenmiyordum.
Evde önce tüm aynaları kaldırtmış sonra yaratacağım kadını
hayalleme özlemiyle dolup fazla fazla yenilerini aldırtmıştım. Annem ve babam korkuyla
izledi bu süreci.
Birkaç işbilire göre bu ergenlik diye bir şeydi. Bana
göreyse ben yanlış yerde doğmuş bir yaratıcıydım.
İçimde söndüremediğim bir ateş yakılmış, gözlerim sıradan
bir bakışı unutmuştu. Her yer kusur dolu, her şey yeniden yaratılmaya muhtaç.
Kapı kolları, çekmece kulpları, özlemle
beni çağırıyordu.
Evimizin karşısında bir çocuk parkı vardı o dönem. Sabahın
erken saatlerinden akşam güneş batana kadar çocukların, gece yarısından sonra
benim parkımdı. Bir küçük kovaya biraz su alır toprağın içindeki cam kırıklarını
umursamadan sabaha kadar güzel kadınlar yaratırdım kendime. Güzel saçlar, güzel
dudaklar... Güzel evler de yapardım. Aynalıklar. Komidinler. Deniz yapardım.
Deniz ne kelime! Okyanus yaratırdım kendime her gece.
Böyle sürüp gitti 3 yıl. Bir elim toprakta bir elim annemin
ısrarlarıyla aldığım haplarda...
Üniversiteye geçeceğim sene, ne hikmetse kimseden
bulamadığım aklı annemin son çare götürdüğü bir üfürükçü sundu bize.
“Ee okulu var hacım, (Hacıydı annem.Düğün masrafı edip
milleti eğleyeceğime rabbimin gönlünü yaparım diyip imam nikahını yaptığı gibi Mekke'ye götürmüş dedem. 18' inde almış hacı ünvanını isminin önüne.)
Gönderin okuluna. Yapsın çizsin istediğince.”
Şimdi bakınca gülüyorum o kadına. Kaderim ve hatta kaderimiz,
açık görüşlü bir üfürükçünün eseridir.